Aslında poliçe kapsamında çok büyük değişim yok. Yangın sigortacılığında belirli sektörlere bakış açısında ve fiyatlamalarında bazı değişimler olabiliyor. Sigortacılık, bir anlamda risklerin istatistiki verilerinin iyi yorumlanarak kullanılmasına dayanıyor. Firmaların doğru önlemler alarak riskini doğru yönetmeyi öğrenmesi de bu değişimin sebebi oluyor. Zaman içinde önlemlerin arttığını görüyoruz, artık bilinç gelişiyor. Burada kazan-kazan ilişkisi ön plana çıkıyor.
Meslekte neredeyse 21 senem geçti. İlk yıllarımda yangın söndürücü tüpün alınması bile başlı başına bir olay olabiliyordu. Burada sigorta sektörünün yönlendirici etkisinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Tabi yönetmelikler ve sistemler de çok geliştiği için poliçe yapısı da haliyle genişliyor diyebiliriz. Adı “yangın poliçesi” olsa da içinde iş durması, makinaların çalışması esnasında yaşanan arızalar, güneş panellerini düşünecek olursak performans kaybı bile gündeme geldi.
Söylemeden edemeyeceğim; yaşadığımız üzücü depremlerde bir büyük eksikliğin de iş durması, kâr kaybı sigortasının olmaması olduğunu gördük. Çok büyük firmalar maalesef işini belki bir sene devam ettiremeyecek durumda ve maddi anlamda sigortadan tüm hasarını tazmin edebilse de eğer iş durması, kâr kaybı poliçesi yoksa maalesef bu süre zarfında yaşayacağı zararları tazmin edememe durumuyla karşı karşıya kaldılar.
Arkasında ciddi bir matematiksel hesap var. Burada üretim prosesinden, yıllık ciroya ve mevsimsel değişiklikler de varsa bunun etkilerinin de dikkate alındığı, gerçek mali tablonun değerlendirilerek oluşturulan bir prim hesabı yapılıyor. O bir yıl boyunca yaşayacağınız kâr kaybının telafisinin, ödeyeceğiniz belli prim karşısında garanti edilmesi anlamına geliyor ki, ciddi bir aktüeryal çalışma olduğunu söyleyebilirim. Klasik bir yangın poliçesiyle kıyaslarsak primler çok düşük değil ama başa geldiğinde ne kadar önemli olduğu gözüküyor. Hatta bu konuda bir istatistik söyleyeyim, başından büyük bir yangın geçen her 3 firmadan 1’inin yangın sigorta poliçesi olsa bile faaliyetine devam ettiremediğine yönelik bir sonuç var.
Yurt dışındaki sigorta şirketleri, denetim ve onay mekanizması olarak çok daha etkin çalışır. Ülkemizde ise maalesef üzülerek söylüyorum, risk kabul politikasına kural koyucu gibi düşünülüyor. Aslında Türkiye'deki yönetmeliklerde hangi riskin kabul edileceği ve hangi seviyede kabul edileceği çok net yazılmış durumda. Orada iş şuna dönebiliyor; bir sigorta şirketi poliçe yapmadan önce üst seviyede bir yangın önlemi isteyebilirken diğer firma daha alt seviyede isteyebiliyor. Bunu da serbest piyasa ekonomisinde önleyemezsiniz ve poliçe yapıp yapmamak sigorta şirketlerinin kendi ticari kararı olabilir.
Ayrıca dönem dönem sigorta şirketlerinin bakış açılarında gevşeme ve sertleşme olmasından kaynaklı diyebilirim. Bizim gibi standartlara ve iş yapış kuralları, bilimsel ve sıkı prosedürlere bağlı tarafsız şirketlerde önemli ölçüde bir değişim yaşanmıyor. Ama büyük hasarlarla karşılaşıp ödemekle yükümlü kalan başka sigorta şirketleri aniden çok katılaşan bir süreç izleyebiliyorlar. Ülkemizde deprem ve yangına yönelik çok kaliteli yönetmeliklerimiz var. Bunlara bağlı sorumluluklarımız uygulansa ve temeldeki bakış açısı iyileştirilse bu sorunlar çözülecek diyebilirim.
Düşünün ki sigortacı yerine, o iş kolundaki tüm firmalar birleşip bir havuzu primlerle doldursa ve aralarından biri yeterli önlem almadığı için yaşadığı hasar sonucunda havuzda toplanan bütün paraya ihtiyaç duysa, bu durumda diğer firmalar “biz önlem alırken sen almıyorsun, bu yüzden birikimimizde haksız bir kayıp yaşıyoruz” demez miydi?